SEÇİLMİŞ YAZILAR

Türkiye’de Futbolun Geleceği

Prof. Dr. Acar Baltaş

Türkiye’de futbol uzun yıllardır geniş kitleler tarafından birinci derecede ilgi konusudur. Futbol hem Türkiye’de hem de Dünya’da büyük çoğunlukla arka sokaktan gelen çocukların egemenliği alanındadır. Bu egemenlik hem oyuncu olarak sahada hem de hoca ve antrenör olarak kulübede devam etmektedir.

Türkiye’de futbolun bu kadar sevilmesine rağmen gerilemesinin objektif göstergelerinden birincisi Dünya sıralamasındaki sürekli gerileyen konumudur. İkincisi Türkiye birinci liginde oynayan yabancı sayısıdır. Bu yılın şampiyonu Galatasaray’ın onbir yabancı ile çıktığı maçlar vardır. Ayrıca birinci ligde Türk statüsünde oynayan oyuncuların yarısından çoğunun Avrupa’da yaşayan Türklerin üçüncü kuşak çocukları olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Türkiye adına yakın gelecek için de umutlu olmak için sebep yoktur. Çünkü özlü bir deyişle dile getirilmiş olan, “aynı şeyleri yapıp farklı sonuç beklemenin” ne anlama geldiği herkesin malumudur.

Bu sonucu doğuran çok sayıda neden vardır. Ancak bunların hepsinin kök nedeni “bilimden uzak” durmaktır. Bu uzaklığın da iki nedeni vardır. Birincisi konuyla ilgilenenlerin bilime yabancı olmaları ve dolayısıyla yabancı olanı düşman sayma anlayışı vardır. İkincisi de buna bağlı olarak her sorunun hızlı, kolay ve ucuz çözümünün olduğu inancıdır. Oysa gerçekte bu çözüm, daha sonra ortaya çıkacak daha büyük bir sorunun kök nedenini oluşturur.

Yatırımın en yüksek geri dönüşünün olduğu alan, alt yapıdan futbolcu yetiştirmektir. Alt yapıdan futbolcu yetiştirmek için bilimsel yöntemleri anlayacak ve kullanacak hocalara imkan ve beş yıl zaman vermek gerekir. Basit gibi gözüken bu çözüm kendi içinde çok sayıda imkansızlık içerir. Bunlar arasında ilk akla gelenler bilimsel yöntemi anlayacak yönetici, uygulayacak hoca, beş yıl bekleyecek sabır ve bütün bu süre içinde gerekli finansmandır.

Türkiye’de sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kulüp dışındaki tüm kulüpler fiilen iflas etmiş durumdadır ve yoğun bakımdaki hastanın suni solunumla yaşatılması gibi hayatta tutulmaktadır. İflas etmiş kulüplerin başında büyük kulüpler gelmektedir ve bunlar arasındaki rekabet kimin daha çok batık olduğu yönündedir. Kulüplerin mali sorunlarını çözmek için devlet, belediye ve kamu kurumlarının açık veya örtük olarak bütçelerinden aktarılan kaynaklar sorunu çözmemekte, tam tersine bu kaynaklar yolsuzluğun ve hesapsız harcamaların artmasına neden olmaktadır.

Türkiye’nin futbolda yaşadığı zorlukların başında yöneticiler ve hocalar gelmektedir. (Bu konuda geniş bilgi http://www.acarbaltas.com/turkiyede-futbol-neden-ilerleyemez/). Ayrıca yazılı ve görsel medyanın ve hakemlerin payı ayrı yazıların konusudur. Bu yazı, yaşadığım ve gözlemlerimden kalkarak nispeten gözden uzak olan menajerlerle ilgilidir.

Futboldaki Kambur

Futbol dünyasındaki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin sıfır noktası, menajerler ve bunların kulüplerin içindeki ve dışındaki işbirlikçileridir. Oyuncuları temsil karşılığında makul bir ücret alması gereken ve gazetelerde boy gösteren birkaç tanesi hariç kimsenin tanımadığı, bu Türk ve yabancı menajerler kimdir ve nasıl insanlardır?

TFF’nun menajerlik talimatının 4. Maddesi bu işlevi yerine getirecek olan kişiyi şöyle tanımlamaktadır: “Lisans başvurusunda bulunan bir menajerin mesleki, sosyal ve ahlaki yönden iyi anılması ve ‘kusursuz bir itibara’ sahip olması gerekir.”. Atilla Türker’in 31 mayıs 2018 Habertürk’deki yazısındaki bilgilere göre kusursuz itibara sahip lisanslı menajer olmaya; defalarca cezaevine girmek, şike ve dolandırıcılıktan yargılanmak, uluslararası bahis skandalından dolayı tutuklanmak, FİFA tarafından menajerlik lisansı iptal edilmiş olmak, menajerlik sınav sorularını çalmak engel olmamaktadır (Türkiye Spor Yazarları Derneğinin 2017 yılının en iyi köşe yazısı ödülünü alan yazının bütünü için http://www.haberturk.com/yazarlar/atilla-turker/1993009-kusursuz-itibar-sahibi-menajerler)

Gerçekler/Veriler

Bir büyük kulübün menajerlere birikmiş on yıllık borcu 18 milyon Euro’dur. Bir büyük kulüpte bir menajerin oyuncusunun beş yıllık anlaşması karşılığında aldığı ücret 1 920 000 Euro’dur. Bu ücretin yarısı peşin, kalan yarısı da izleyen dört ay içinde ödenmiştir. Bir başka büyük kulübün bir yıl içinde transfer ettiği oyuncular için menajerlere ödemesi gereken tutar10 milyon Euro’dur. Bir büyük kulüpte sıradan sayılabilecek bir oyuncunun, yıllar sürecek anlaşması için eski kulübüne ödenmesi gereken yıllık bonusların toplamı 2 milyon Euro’yu geçmektedir. Bir başka deyişle neredeyse oyuncunun sahada attığı adımların toplamı belirli bir sayıya ulaşınca eski kulübüne on iş günü içinde ödeme yükümlülüğü veya ağır gecikme bedeli tahakkuk etmektedir. Böyle bir oyuncuyu transfer edecek olan kulübün bu koşulları kabul etme zorunluluğu, oyuncuyu elinde bulunduran kulübün ondan kurtulmasını imkansız kılmaktadır.

Menajerlerin anlaşmalara koydurdukları maddeler arasında oyuncunun ülkesine gidiş-dönüş ailesiyle birlikte çok sayıda business class uçak bileti, evinin kirası, imaj hakkı, maç başı ücreti, takımın aldığı puan başına prim, takımın dereceye girmesi durumunda ayrıca prim, oynadığı her on maçı için ayrı prim, takımın topladığı her 25 puan için ayrı prim… Ayrıca bütün ödemeler yabancı para cinsindendir ve bu ödemelerden doğan yasal vergi yükünün kulüpler tarafından karşılanacağı önemle belirtilir. Bir büyük takımda Türkiye’ye gelene kadar kimsenin tanımadığı bir oyuncu yıllık 850 bin Euro imaj parası almaktadır

Trabzon’un açıkladığına göre oyuncuları Kucka’ya 5 milyon bonservis, kendisine 2 250 milyon yıllık ücret ve ayrıca her yıl 1.500 Euro imaj ücreti ödenmektedir. Sosa’ya 4.750 milyon bonservis, kendisine yıllık 3 200 milyon ve 2 milyon Euro imza parası verilmiştir.

Okuyucunun inanmakta güçlük çekeceği bu listede yer alan maddeler her oyuncunun anlaşmasında bulunmayabilir. Ayrıca bütün ödemeler yabancı para cinsindendir ve bu ödemelerden doğan yasal vergi yükünün kulüpler tarafından karşılanacağı özenle belirtilmiştir. Hiçbir aklı başında insanın kendi adına kabul etmeyeceği bu koşullar bütünüyle kulüplerin aleyhine, oyuncu, menajer ve onunla kulüp içinde işbirliği yapanların çıkarınadır. Sonuç olarak bu anlaşmalar kulüpleri iflasa sürüklemektedir ve kulüplerin mali yapılarını düzeltmek ve onları düze çıkartmak için yapılan kaynak aktarımları, yolsuzluğun ve borç yükünün büyümesi sonucunu doğurmaktadır.

İddialı bir değişim programı ile Başkanlığa aday olan Ali Koç, kulübün ekonomisini düzeltmenin altı yıl gerektirdiğini söylemiştir. Fenerbahçe’nin en son kongrede açıklanan bir yıllık geliri 148, gideri 397 milyon liradır. Borsa’ya açık üç İstanbul kulübü 1.06.2017-30.11.2017 tarihleri arasında; Beşiktaş 3.902 milyon, Galatasaray 116.632 milyon, Fenerbahçe 95.052 milyon zarar beyan etmiştir. Beşiktaş’ın finansman gideri 87.500 milyon, Galatasaray’ın 61.690 milyon, Fenerbahçe’nin 82.176 milyon liradır. Böylece üç kulübün zararının 215.586 milyon lira olduğu görülmektedir.

Bu bilançolar borcun borçla kapatıldığını göstermektedir ve sürdürülemez bir durumdur. Ancak kongre üyeleri ve taraftar başka bir dünyada yaşamakta, başkan ve yöneticilerden kulüplerinin dev transferler yapmalarını, “uçaklar indirip kaldırmalarını”, kadrolarını ‘çilekler’le süslemelerini ve sadece futbolda değil, diğer dallarda da şampiyonluğa oynayan takımlar talep etmektedir. Şampiyonlar Liginde oynayacak bir takım bu düzeyde mücadele etmek için ihtiyacı olan oyuncularla üç-beş yıllık anlaşmalar yapmaktadır. Ancak Beşiktaş’ın bu yıl yaşadığı gibi, bu hedefin dışında kaldığında oyuncuya taahhütlerini karşılamasına imkan olmayan bir yükle karşılaşmaktadır.

Öneriler

Türkiye’de futbolun gelişme sağlaması için seçeneklerden bazıları şunlardır:

  • Yöneticileri kendi dönemlerinde yaptıkları harcamalardan sorumlu tutmak.
  • Kulüpleri şirketleştirmek ve sahipleri tarafından yönetilmelerini sağlamak.
  • 1930 larda yapıldığı gibi, gençleri yurt dışındaki üst düzey spor bilimleri fakültelerine göndermek ve döndüklerinde akademisyen olarak çalışma imkanı vermek.
  • Yurt dışından birkaç yıllık anlaşmalarla getirilen akademisyenlerin, pilot seçilen bir spor bilimleri fakültesinde ders vermelerini sağlamak.
  • Altyapı hocalarının lisanslarını yenilemek için her üç yılda bir, sonunda ciddi bir sınavla biten, iki haftalık teknik ve pedagojik güncelleme eğitimi almalarını zorunlu kılmak.
  • Bu etkinliklerin bütçesinin bir bölümünün TFF bütçesinden karşılamak.
  • Belediyelerin ve yerel yönetimlerin, birinci ligde oynayacak bir takımı finanse etmek yerine, spor alanları yapmaları ve sporun bilimsel esaslara dayanarak geniş kitlelere yayılmasına yardımcı olmaları konusunda teşvik etmek.
  • Tüm kulüpleri altyapılarında tüm yetkiyi eski futbolcularına vermekten vazgeçirmek ve spor biliminin sunduklarını anlayacak ve bundan yararlanacak personelle çalışmalarını özendirmek.
  • Altyapı, gençlerin sadece teknik becerilerini geliştirmelerine imkan sağlayan bir yer olmayıp aynı zamanda gençleri zihinsel ve karakter gelişimi açısından geliştirecek bir yerdir. Bu nedenle Barselona’nın La Mesia’sını örnek alacak uygulamaları başlatmak. Altınordu benzeri uygulamaları desteklemek. (Bu konuda daha fazla bilgi için http://www.acarbaltas.com/barselonanin-basarisindan-alinacak-dersler/).

Sonuç

Türkiye halkının ve gençlerinin futbola ilgisini Dünya sıralamasındaki rekabete yansıtması ve uluslararası turnuvalarda düzenli olarak yer alması için atılacak ilk ve önemli adım alt yapıdan oyuncu yetiştirmektir. Bu sağlandığı takdirde mali yapının düzelmesi daha kolay gerçekleşecek ve kulüpler sağlıklı mali yapıları nedeniyle devlete, belediyelere, kamu kurumlarına yük olmaktan kurtulacaktır. Bunun için en büyük ümidim kulüplerin alt yapıya yatırım yapmak ve bu konuya bilimsel perspektiften bakacak kişileri iş başına getirmekten başka çarelerinin kalmamış olmasıdır. Ali Koç’un alt yapı için atmaya niyetlendiği adımların Türkiye’de futbolun dönüm noktası olmasını dilerim.
 

  • Makaleyi Paylaş >
© BALTAS 2020 Tüm hakları saklıdır.