İç Dünyamız ve Mutluluk



Son yirmi yıldır liderlik ve yöneticilik konusundaki çalışmalarımı ağırlıklı olarak değerler ve hayatın anlamı üzerine sürdürüyorum. Çünkü iki-üç günlük liderlik veya yönetim becerileri eğitimlerinin katılımcılara “bunları yap-bunları yapma” diye özetleyebileceğim reçeteler verdiğini ve “dışarıdan içeriye yönelik” bu yaklaşımın fazla etkili olmadığını görüyorum. Bu tür çalışmaların Anadolu bilgeliğinin “sokma akıl kırk adım gider” yargısını doğruladığını düşünüyorum.

Dönüşüm ve farkındalık

Bugüne kadar okuduğum kitaplar, yazdığım yazılar ve farklı gruplarla yaptığım çalışmalar sonucunda iyi yöneticiliğin, liderliğin veya iyi insan olmanın “dışarıdan içeriye” değil, “içeriden dışarıya” gerçekleştiğine inandım. Bu çalışmalarım sırasında iki konunun önemini fark ettim. Birincisi, katılımcıların büyük çoğunluğunun, gerçek anlamda değerlerinin ne olduğunun farkında olmadıkları, ikincisi de hemen hiçbir katılımcının hayattaki varlık sebebini bir cümleyle ifade edemediği oldu. Katılımcıların büyük çoğunluğunun dile getirdiği “mutlu ve başarılı olmak” ifadesi hem hiçbir anlam ifade etmeyen genel bir tanımdır hem de sadece kişinin kendisine hizmet etmeye dönük bir dünya görüşünü yansıtır. Kişisel doyumsuzluğun en başta gelen nedeni, bu amaçların hiçbir zaman gerçekleşme imkânının olmayışıdır. 

Değerler davranışlarımızın nedenini oluşturur. Değerler kişinin hazzına ve çıkarına, kurumların da karlılığına engeldir. Şimdi gelin birlikte bir oyun oynayalım. Kendiniz için beş tane değer tanımlayın ve bunu önem sırasına göre dizin. Sonra her bir değer için iki tane davranış göstergesi tanımlayın. Örneğin dürüstlük (doğruluk, ahlak, bütünlük) bir değer olarak tanımlanmışsa, bunun davranış göstergeleri olarak, “her durumda (bana zarar verecek olsa bile) doğru olanı söylemek” veya “ortamda bulunmayan insanlarla ilgili olumsuz konuşmamak” gibi tanımlamalar yapın.

Daha sonra davranışlarınızın bu tanıma ne kadar uyduğunu kontrol edin. Böyle bir değerlendirme yapan birçok kişi, davranışlarının zaman zaman beyanına pek de uymadığını görecektir. Siz de onlardan biriyseniz bundan sonra davranışlarınızı, ifade ettiğiniz değerlere uygun kılmaya çalışın. Ancak bunun için bedel ödemek gerektiğini de unutmayın. Böylece değerlerinize uygun yaşamaktan dolayı derin bir içi huzur duyacaksınız. Çünkü bir değere sahip olduğunu iddia etmek için bir bedel ödemek veya o bedeli ödemeyi göze almak gerekir. Bir antik düşünürün dediği gibi, “kimse sınanmadığı günahın masumu olamaz”.

Varlık nedeni

Bundan sonraki adım, hayattaki varlık sebebini bir cümleyle tanımlamaktır. Bu sebep, “çocuklarımın topluma faydalı bir insan olması” gibi çok alçakgönüllü olabileceği gibi; “toplumda iz bırakacak bir eser ortaya koymak” gibi hayli iddialı ve yükseğe konmuş bir çıta da olabilir. Ancak bu sebep her sabah yataktan kalkarken size güç vermeli, anlam duygusu oluşturmalı ve günlük etkinliklerinizin bir bölümü doğrudan bu sebebe hizmet etmelidir.

Kişinin sahip olduğu değerler ve yetenekler tutkusu ile birleştiğinde, “dünyada bir konuda en iyi olmak için değil, dünya için iyi bir insan olmak için” çalışmaya ve yaşamaya başlar. Bu da karakterimizin yetkinliklerimiz kadar değerli olması anlamına gelir.

Kişi eğer hayatta kendisini aşan bir amaca hizmet etmiyor, sadece kendi sahip olacaklarına odaklanıyorsa, neye sahip olursa olsun bir tatminsizlik, bir boşluk hissetmesi kaçınılmazdır. Çünkü insandaki adalet terazisi kendine dönük çalışır. Çocuğuyla, eşiyle, komşusuyla, yöneticisiyle olan bütün ilişkilerinde kendisinin verdiğini fazla, aldığını az bulur. Bu nedenle “alacaklı olmak duygusu insanda huzur bırakmaz”. Dünyaya sadece “almak için” değil, aynı zamanda “vermek için” de gelen insanlar, kendi iç dünyalarına maneviyat boyutunu katarlar. Daha önce de belirttiğimiz Anglo-Sakson dünya görüşünün dikte ettiği “bunun bana ne faydası var?” (what is in it for me?) anlayışı kişide sürekli olarak alacaklı olma duygusunu körükler. Bu duyguyu yaşayan insanlar, değerleri arasında “doğruluk, aile, ahlak” gibi yüksek değerler tanımlasalar ya bunu bütünüyle unutarak ya da sıklıkla “ama” diyerek değer ihlalleri yaparak yaşar ve kaçınılmaz olarak ikiyüzlü bir hayatın parçası olurlar.

Türk toplumunun en çok değer verdiği konuların başında “çocuklar” gelir. Ancak profesyonel hayatın içindeki birçok ana-baba, çocuğu ile vakit geçirmek yerine, ona daha fazla “şey” satın alırsa mutlu edeceğini düşünür.  Örneğin tatile aynı yaşta çocuğu olan arkadaşlarıyla çıkar ve onunla çok değerli “özelleşmiş zaman” geçirme imkânını kullanamaz. Bu nedenle genç anne-baba olan okuyuculara önerimiz, tatillerini sadece çocuklarıyla geçirmeleri, üzerlerinde zaman baskısı olmadan onları dinlemeleri ve tanımladıkları aile değerlerini, “problem olmayan zamanlarda” onlara kazandırmalarıdır.

Kişinin kendi iç dünyasına yapacağı yolculuğun önemli bir parçası, insan ilişkilerini derinleştirmek için atacağı adımlardır. Çevresindeki insanların doğum günlerini hatırlamak, onlara kendisi için neden önemli olduklarıyla ilgili özgün sıfat ve cümlelerden oluşan kartlar yazmak, bu yönde gelişme sağlamak için iyi bir başlangıçtır. Her ilişkiden sonra karşısındaki kişiye kendisini nasıl hissettirdiğini, kendi adına sorgulamak bunu izleyen ikinci adım olabilir.

Sonuç

Kendilerini aşırı önemseyen insanlar, karşılarındakilere kendilerini iyi hissettirmezler. Bu nedenle arkamızda bıraktığımız duyguyu ve izi düşünmek, dünya için iyi biri olmak yolunda uygun bir başlangıçtır. Hayatta belki de en önemli şey, sevdiklerimiz konusunda yanılmamaktır. 

Prof. Dr. Acar Baltaş
  • Makaleyi Paylaş >
© BALTAS 2020 Tüm hakları saklıdır.